24 Aralık 2010 Cuma



3 dil konusan ve 6 hayat yasayan film. Evet bu filmi en iyi bu sekilde tanimliyorum ben galiba. Film 3 dil birden (Ingilizce, Almanca, Trukce) konusuyor konusmasina ama sanirim beni en cok etkileyen tarafi degisen dillere dagisen hikayeleri cok iyi adapte etmis bir senaryo olusu. Tanidik sehirlerden tanidik yasamlardan baslayip yabanci ulkelere yabanci dillere uzanan, bazen teget geciyor gibi gorunse de aslinda en insani en tanidik yerlerden birbirine baglanan ama hep en uclarda en kiyilarda yasanan rengarenk oykuler. Eh bu rengerenk oykuler, Nurgül Yeşilçay, Baki Davrak, Tunçel Kurtiz, Hanna Schygulla, Patrycia Ziolkowska ve Nursel Köse, Güven Kıraç, Nejat İşler ve Şevval Sam'in uzerine oturunca tadindan yenmez bir film cikiyor ortaya. Filmin basinda Bremen'den Turkiyeye gelen THY ucagina bindirilen bir tabut (Yeter'in cenazesi) ve sonunda bu sefer yolculugu tam ters istihkamette olan 2. bir tabut (Lotte'nin cenzesi) sahnesi var ve film bu iki tabut arasinda yasanan oykulerden olusuyor. Sonucta eger yasamin kiyisindaysaniz alinan ve verilenler esit hayata kaptirilanlar ve kurtarilanlar da.

Filmin her uc dilde de isim secimi manidar ve filme hangi ismi verirseniz o ismin altinda kimlik kazanmis farkli bir senaryo goruyorsunuz. Filmin Almanca ismi "Auf der underen seite" yani: Diger Tarafta. Bu isim altindan baktiginizda oykuleri birbirine oteki olan insanlarin garip tesaduflerle birlesmis oykuleri olarak izliyorsunuz. Turkce ismi: Yasamin Kiyisinda bu isim altindan bakildiginda ise bence birbirine oteki olmanin getirdigi butun farkliliklara ragmen yasamin genis alanlarindan kurtulup kiyilarina yani o daracik alanalarina dogru gidildikce farkliliklarin da yavas yavas benzerliklere donustugune tanik oluyoruz. Ingilizce Ismi ise: The Edge of Heaven yani: Cennetin Kiyisinda. Belki bu isim de bize yasamin kiyisinda umut oldugunu anlatiyordur kimbilir. Cennet ve yasam buyuk bir denizde birbirine cok yakin iki adaysa eger cennetin kiyilarini gorebilmek icin korkmadan yasamin kiyilarina kadar gitmek gerekir belki de.




Ozetle butun bunlar tabiiki tesaduf degil ve Fatih Akin onunde saygiyla egilinesi yonetmen.

Filmin diger ayrintilarina goz atacak olursak:
Senaryosunu da Akın'ın yazdığı filmin müzikleri, Karadeniz ezgilerini kendi yorumuyla birleştiren Chantel tarafından hazırlanmış. Film 2007 Cannes Film Festivalinde en iyi senaryo ve Ekumenik Juri Ozel Odulu'nu Altin Portakal film festivalinde de 6 ayri dalda odul kazanmis.Ayrica New York Times tarafindan yapilan siralamada son on yilin en iyi ilk on filmi arasinda yer almis. 2008 yilinda da hatiri sayilir yayinlar tarafindan yapilan soralamalarda yilin en iyi ilk on film arasinda yer almis. Son olarak filmin cekimleri Hamburg, Bremen, Istanbul ve Trabzon'da yapilmis.

Filmden en cok aklimda kalan soz ise suphe goturmez bir sekilde:
"Yaa fuck the European Union yaaa"

Iste size gucunu senaryosundan alan bir film, eh haliyle 1997 yılı yapımı, Gus Van Sant’ın yönettiği Can Dostum / Good Will Hunting en iyi senaryo dalinda Oscara da layik gorulmus.

Senaryoya yuzeysel bakildiginda cok da abartilacak bir tarafi olmayan siradan bir senaryo aslinda. Yani aslinda her dahinin hayat oykusu olan, egitim almamis ama Allah tarafindan herkesin sahip olamayacagi yeteneklerle odullendirilmis bir cocuk. Dahilik ve delilik sinirinin toplumun takdir ettigi tarafinda kaliyor cunki sans eseri dogru insanlarla dogru zamanda karsilasiyor. Gerisi malum. Filmin senaryosunu lginc kilan ise bence dahi insanlarin hayatlarindaki parantezleri konu almasi. Senaryonun derinine indigimizde dahi olmakla akilli olmak arasindaki o derin ucurumu goruyoruz. Butun toplumlarda aslinda takdir ile karsilaniyormus gibi gorunen dahilik durumunun aslinda insan hayatini nasil cikmazlara soktugu, ve aslinda insana bahsedilmis bir sans gibi gorunen bu durumun bircogumuza bahsedilen hayatta kalabilme mutlu olabilme ve baglanabilme yetenegini yokederek insan hayatinda kapanmasi zor parantezler actigina tanik oluyoruz.
Butun bunlarin yaninda, filmi izlerken akilli olmak ve zeki olmak, egitimli olmak ve egitimsiz olmak, mukemmel olmak ve namukemmel olmak gibi kavramlari bir kez daha sorguluyorsunuz.











Benim filmden cikarimim: Insan ne kadar dahi olursa olsun yuregini cozmeden ve hayatindaki parantezleri kapatmadan belki gecmisini affetmeden hayatta kalabilmesi mumkun olsa bile iyi bir hayat yasamasi mumkun degildir. Ve zeki olmak bizi farkli ve orjinal kilar ama hayatta kalabilmek ve mutlu olmak icin akilli olmak gerekir.

Filmin bana gore en dokunakli sahnesi ise Will'in (yani oykumuzdeki bay dahi'nin) terapi icin gittigi Psikiyatrin (Robin Williams oluyor kendisi) kendi karisini ve aralarindaki iliskiyi anlattigi sahneydi.
Robin Williams su cumleleri kullaniyor kanser hastaligi yuzunden kaybettigi esini anlatirken: "Disardan mukemmel gorunuyordu, ulasilmayacak kadar mukemmel. Ama geceleri horlardi biliyor musun. Hatta kendi gurultusu yuzunden uynadigi geceler cok olmustur. Bu durumun onu namukemmel yaptigini soyleyebilir miyiz? Kesinlikle evet. Ama bak yillar yillar sonra onu sana anlatirken aklima onunla ilgili ilk gelenler onu mukemmel yapan seyler degil onu kusurlu yapan seyler. Cunki butun bu kusurlar onu benim karim yapan seylerdi. Bu mukemmel olmayan kucuk ayrintilardi onu bana ait yapan seyler. Sen mukemmel degilsin, o da mukemmel degil, hicbirimiz mukemmel degiliz. Asil onemli olan birbirimiz icin mukemmel olup olmadigimizdir...."

Filmin kunyesine gelecek olursak:

IMDB Puanı: 8.1/10
Yapım: 1997 ~ ABD
Tür: Dram
Yönetmen: Gus Van Sant
Oyuncular:Robin Williams(en iyi yardimci erkek oyuncu Oscari), Matt Damon,Ben Afflect, Minnie Driver(En iyi yardimci kadin oyuncu Oscari).
Senaryo: Matt Damon Ben Affleck
Yapımcı: Kevin Smith Lawrence Bender Bob Weinstein Jonathan Gordon Su Armstrong
Görüntü Yönetmeni: Jean-Yves Escoffier
Görüntü Yönetmeni: Danny Elfman
Süre: 2 saat 6 dk

Ve bunlarin yaninda en iyi orjinal film muzigi, En iyi goruntu, en iyi senaryo, en iyi yonetmen, dallarinda da odul almis muhtesem bir film size. Iyi seyirler.

2 Ekim 2010 Cumartesi



















Bir aski sonsuza kadar yasatan sey nedir? Yasananlar mi yoksa yarim kalanlar mi?

Bazen hayatin bambaska bir boyutuna gecersiniz. Hani durup dururken sirilsiklam asik uyandiginiz sabahlar ve gunun geri kalaninda da hayati hep bir fon muziginin ardindan yasadiginiz tuhaf zamanlar. Butun kosullar butun sorumluluklar size hic de sirasi degil derken inatla kalbinizin iste simdi asil tam zamani dedigi ve kalp atislariniza anlam veremediginiz, nefesinizi icinize sigdiramadiginiz bir kapi araligi sunar hayat bazen. O araliktan sizan basdondurucu isiga uyanirsiniz. Cogu zaman beklersiniz ve gecisiverir kendiliginden ya da gecistirirsiniz. Ama bazen... Bazen o hic beklenmedik olur. Hayat gecistirmenizi degil yasamanizi ister. Hayati unutup birkac gunlugune de olsa o hayat disi boyuta gecmenize izin verir. Ve fon muziginde calan sarkiya eslik edecek olani da karsiniza cikarir. Hayat susar. Sarki baslar.

Sonra bir cizgiye gelirsiniz. Sarkinin devam etmesi icin hikayeyi de bitirmeli mi yoksa hayata bulastirip surmesine devam mi etmeli. Oyle bir cizgidir ki o an karar vermeniz gerekir. Bazilari duramaz ille de o adimi atar. Sarkiyi hayata bulastiracak cizginin otesine gecer. Sonrasinda baslayan sey guzel de devam etse kotu de bitse, o ilk an gizemini yitirecegi su goturmez bir gercektir ne yazikki.Bazen o adimi atmamak gerekir.

Belki de ask yasananlarda degil yarim kalanlardadir. Yasanip bitenlerin anilari degil, yasansaydi eger'in gizemidir belki sarkiyi en guzel kilan.Cunki insan hep guzel olani hatirlamak ister. Ayni hafizami yokladigimda hala icimi isitan filmlerin sonu olmayan filmler olusu gibi.

Sarkinizin sonsuza kalmasini istiyorsaniz hikayeyi bitireceginiz yeri bilmeniz gerekir. Cunku dogru yerde biten hikayelerin ardindan hep guzel melodiler gelir.

Once (Bir zamanlar) filmi iste boyle yarim kalisiyla guzellesen bir hikayenin ardindaki muzikal solen. Farkli... Karar veremedim aslinda filmin fonunda muzik mi vardi yoksa muzigin fonunda film mi? Ama sanirim o elektrikli supurgeyi surukledikleri dar sokagi ve kizin bir gece uzerinde pijamalari, elinde cd calari ve ayaginda pondifleriyle soyledigi sarkiyi hic unutmayacagim.

Dublin sokaklarinda;

"Take this sinking boat and point it home
We've still got time
Raise your hopeful voice you have a choice
You've made it now"

Diye baslayip

"If you want me satisfy me"

Diye devam eden. Veee

"And in the darkness
When you find this
I'll be far to sea"

Diye biten bu guzel filmi de...

KUNYE:

Senaryo: John Carney
Yonetmen:John Carney
Yapim:23 Mart 2007 (Irlanda)

24 Eylül 2010 Cuma

SPRING, SUMMER, FALL WINTER...AND SUMMER..


Insan yasaminin hangi mevsiminde insanliga adim atar? Dogustan sabir, sukunet, akil, bilgelik gibi erdemlerle mi dogariz? Degilse katetteigimiz yillar mi yoksa acilarimiz ve yaptigimiz buyuk hatalar midir butun bu erdemleri bize kazandiran?

Iste inanilmaz zerafette goruntuler esliginde butun bu sorgulamalari size yaptiracak olan bir basyapit. Her kapi yeni bir mevsime acilir her mevsim yeni deneyimlere. Hayat degisir donusur ve bazen engel olmaya calissaniz da olacak olanlar eninde sonunda olur. Doganiza ve kisiliginize karsi gelemezsiniz, butun dunyadan izole yasayan ve hergun sabir damitan bir kesis olsaniz bile.

Baharin kapisi patlayan tomurcuklara acilir ve her tomurcuk acilirken agacin cani yanar. Canlanan hayatla birlikte dogumu, olumu,kucuk hatalar yapmayi ve ardindan gelen kucuk pismanliklari tanirsiniz...

Yaz sehvete acilan kapisidir hayatin. O kapi bir kez acilmissa ve siz ne oldugunu anlayamayacak kadar kucukseniz eger artik acilan kapidan geri donmek imkansizdir. Acilan kapiyi kapatmak bilgelik gerektirir. Ne olup bittigini anlayamadan daha siz size yasak olan butun kapilari futursuzca acar, butun yasak bahcelere sarkilar soyleyerek dalarsiniz. Kaybetmek istemedigimiz guzellikler gibidir hic bitmesi istenmeyen mevsimidir.Ve kapisini sonbahara acarken guzel yaz, isyan bayragidir sizin icinizde acilan.

Sonbahar yapraklarin dususunu izleme mevsimidir. Ve onalarin dususunu isyan etmeden aci cekmeden izlemek ancak ulu bir cinarin becerisidir. Korpe bir fidansaniz daha ve kaybettiginiz ilk yapraklarsa, kendinizi parcalayacak kadar hirslanirsiniz. Dusen herbir yaprakla sizde dusmek istersiniz. Bunun doganin kanunu oldugunu ogrenmeniz icin kaybetmeniz gereken cok yaprak uzerinizden gecmesi gereken cok sonbahar vardir daha.

Kis dingindir. Sonbaharin hirsini alir, damitir, baharin hareketiyle yazin sehvetle sonbaharin hirsla yordugu ruhunuzu dinginlestirir. Hayatin bekleme salonudur kis. Ve o muazzam durgunluguna sabir gostereni yeni baharlarla odullendirir...

Film mutlaka izlenesi arsive alinasi filmlerdendi. Ozellikle Kore kulturunun gorsel dusunsel ve sembolik ogelerinin bolca kullanilmis olmasi farkli bir derinlik katmis filme. Ozetlemek gerekirse zamanin mekanin ve dusuncelerin ve hayatin icinde her istediginiz her yone derinlelesine gidebilirsiniz izlerken. Yonetmen burada sunu anlatmak istemis, bununla sunu sembolize etmis gibi keskin ayrimlari asla yapamadiginizi farkedeceksiniz.

Filmin kunyesine bakacak olursak.
2003 Almanya -Guney Kore ortak yapimi
Yonetmen ve Senaryo:Ki- Duk Kim
Muzik:Ji Woong Park
Ve onunde egilinesi goruntu yonetmeni:Dong Hyeon Baek
Sure:1 saat 45 dk.

Iyi seyirler.

Filmin incisi:
"Sehvet sahip olma arzusunu, sahip olma arzusu da oldurme arzusunu uyandirir...

1 Eylül 2010 Çarşamba

AN EDUCATION...


Yil 1961 ve dunyanin en ic karartici sehri Londra'da orta sinif bir ailenin kizi olan zeki cekici ve akilli Jenny kolej egitimi almaktadir. Uzun, bileklerindeki etegi ve zehir gibi kafasiyla hayatin rutinligini ve anlamini sorgulamaktadir. Istedigi hayat icin kestirme bir yol bulmayi dusunurken bir aksam tuhaf bir adamla tanisir o hayata giden en kestirme yolu gosteren bir isaret gibi.

Daha fazla spoil vermeyeyim. Filmin adi guzel Trukcemize "Ask Dersi" diye cevrilmis ama orjinal ismi olan "An Education" verilmek istene mesaja daha uygun sanki.

Juliette Greco sarkilari dinleyip Latince calistigi odasinda Channel kokulu Paris manzarali bir hayatin duslerini kuran Jenny, egitimi iyi bir koca bulmak icin en kestirme yol olarak goren bir aile, despot ve hayatta kalmak icin iyi egitim almak ve kadin olmak arasinda bir secim yapmak zorunluluguna kendini inandirmis kiz okulu ogretmenleri. Butun bu ogeler filmi izlenmeye deger kiliyor. Gunumuzde de pek birseyin degismedigini dusunursek izlenesi ders alinasi bir film. Ama oyle aman aman akilda kalir bir yani oldugunu dusunmuyorum. Yine de kadin olup ayar tutturmak her devirde zormus dedirtiyor insana.

Guzel bir film ne tema ne de oyunculuk acisindan bir eksigi yok ama sanki bazi yerler gecistirilmis gibi geldi izlerken. Film guzel basliyor baslangictaki dialoglar cok guzel mekan ve muzikler de guzel cok guzel ilerliyor ama sonunda bir eksiklik var cozemedigim. Aceleye getirilmis fazla sikistirilmis sanki. Yani filmi izlerken aldiginiz keyif sona dogru aman hadi bitsin izlenimi uyandiriyor. Ama yine de ele aldigi konu bakimindan guzel film. Icinde yasanan ask hikayesi arada kayniyor zaten cunku vermek istedigi mesaji gercekten cok iyi verebilmis bir film.

Cok cok begenmesem de izlemenin vakit kaybi oldugunu dusunmuyorum.

Oyunculuklara gelince ozellikle Jenny rolundeki Carey Mulligan ve Baba rolundeki Alfred Molina icin kesinlikle uzerlerine tam oturan roller diyebilirim. Alfred Molina'yi daha once cok dah afrkli rollerde gormus olmamiza ragmen buradaki varligi hic batmamis. Filmi alip gituren 2 karakter kesinlikle baba ve Jenny olmus.


KUNYE:

Yapim: 2009 Ingiltere

Tur:Dram

Yonetmen:Lone Scherfig

Muzik:Paul Englishby

(Bkz:Bir filmde Edith Piaf'in sesini duymak)

Aklimda Kalanlar:

Babasinin artik sana bakacak birini buldun Oxford'a gitmene gerek yok demesi uzerine Jenny'nin verdigi cevap:

Butun o latince dersleri butun o makaleler.. amaci neydi o zaman. beni neden gece kluplerine adam aramaya gondermediniz. hersey daha kolay ve eglenceli olurdu.

Bir de mudireye meydan okurken soyledikleri:

Hickimse diploma sahibi olarak degerli birsey yapamiyor.. Kadinlar yapamiyor yani..

Ve kuyrugunu sikistirip okula geri dondugundeki pismanlik cumleleri:

Anladim ki istedigim hayatin kestirme bir yolu yokmus..

27 Ağustos 2010 Cuma

THE READER(Okuyucu)


Damla damla icime akan bir film dustu bugun kismetime. The Reader, Turkce cevirisi(okuyucu) muhtesem kurgusu yavas ilerleyen ama sikmayan senaryosu ve konusunun ilgincligiyle basta tahmin etmeyecegim kadar etkiledi beni.
Konu inailmaz etkileyiciydi. Tamamen kural disi garip bir ask oykusuyle baslayip Nazilerin Yahudilere yaptigi soykirimi okuma yazma bilmeyen ve aslinda yaptigi seyin farkinda bile olmayan hatta yaptigi seyin dogruluguna inandirilmis bir Nazi askerinin sorgusuna kadar giden cok garip bir oyku var icinde. "Eyleme gecmis cahillik kadar korkunc ne olabilir ki" sorusunu sikca getiriyor akillara. Sirf utandirilmamk ayiplanmamak icin koca bir omru feda etmek ugruna da olsa Hanna Schmitzin o duvar olmus suskunlugu tuyleri urpertecek cinsten.
Filmin icindeki erotizmi biraz abartili bulanlar olsa da oyle huzunlu bir dram var ki erotizm cok fazla batmiyor cok fazla siritmiyor filmin icinde. Duygu somurusune kacmadan dram filmin icine gercekten ozenerek islenmis. Uzuluyorsunuz ama acimiyorsunuz.
Bu film icin iyi , kotu, uzun, duragan gibi yorumlar yapilabilir ama kesinlikle siradan bir filmdi yorumu yapilamaz. Izleyince ne demek sitedigimi anlayacaksiniz.Sinemaseverlerin kacirmamasi gereken bir film oldugunu dusunuyorum.
Ayrica bunca sosyolojik ve travmatik olaylar zincirinde askin bambaska bir hali anlatilmis. Bir insanin kendi eksikligine asik olma hali ve bu eksikligin ezikligiyle vagecis ve bu vazgecisle en beklenmedik anda karsilasma. Yani tek kelimeyle harika.
Son olarak Kate Winslet'in performansina deginmeden gecemeyecegim. Zaten uzun soze de gerek yok bircok basarili filmde rol almasina ragmen Oscari bu filmle kaldirmasinin sebebini filmi izleyince anlayacaksiniz. Titanic ve Holiday filmlerinde oldugundan bambaska bir karakterle karsimiza cikiyor ve altindan cok iyi kalkmis bu rolun de. Ralph Fieness'in performansi Kate Winslet'in golgesinde kalmis ama fena degildi. Cocuk rolundeki David Crossu da es gecmemek lazim tabii. Ysinin gecnligine ragmen bu filme cuk oturmus ve rolun altindan kalkmis bence.

AYRINTILAR:
Yapım:2008 ~ ABD, Almanya
Tür:Dram, Erotik, Romantik
Yönetmen:Stephen Daldry Senaryo:David Hare Senaryo (Kitap):Bernhard Schlink
Yapımcı:Sydney Pollack, Anthony Minghella
Müzik:Alberto Iglesias
Süre:2 saat 4 dk

Film 5 dalda Oscara aday gosterilmis ve Kate Winslet Hanna Schmitz roluyle en iyi kadin oyuncu Oscarini almistir.

ILGINC NOTLAR
Special features kisminda Kate Winsleti yaslandirmak icin harcanan caba ve kendisiyle ufak bir roportaj var. Ilginizi cekebilir. Makyoz arkadasin sabrina ve emegine de saglik demek lazim.(inanilmaz basarili bir makyaj olmus).

23 Ağustos 2010 Pazartesi

(VAMPIRLE GORUSME) Nerde o eski vampirler...






Yillarr yillaar onceydi. Ayni filmde bizim kusagin yakisiklilari yani mahserin 3 atlisi Tom Cruise, Brad Pitt ve Antonio Banderas oynar da ilk gunden gidip izlemek farz olmaz mi? Tabii o zamanlar simdiki kadar ileri degil teknoloji oyle janjanli bilgisayar efektleri falan yok ama yine de cok etkilendigimi bi de tirstigimi hatirliyorum. Kim bilir kac gece arabada giderken aniden on camimiza bir vampir atlayiverecek sanmistim. Vampir ama ne vampir yani bir gece ansizin Brad gelsin de birak vampirden olsun dedirtecek cinsten hani..

O zamanlar cok sansasyon yaratmisti kimisi yerlere goklere sigdiramamis kimisi oyuncu kadrosuyla sisirilmis ise yaramaz film ilan etmisti.Sinema elestirmenleri konusadursun eminim bizim kusak icin yani o zamanlar ortaokul bilemedin lise caglarinda olan herkes icin kulttur kendisi unutulmazdir efsanedir efendim.


Yillardan sonra sepetime yeniden dustu bu film ve izledigime pisman oldum desem yalan olur. Kurgu guzel oyunculuk guzel, vampirler yakisikli sinema filmi izliyor gibi degil de tiyatro sahnesindeymis gibi hissettim. Ve bu sefer o ilk izledigimde hic farkina varmadigim bircok ayrintiyi yakaladim.Twilight falan da neymis beaa dedim nerde bizim acimasizken bile karizmatik merhametliyken bile yabani vampirlerimiz nerde yeni yetme Elvis cakmasi gunumuz vampirleri. Hele filmde bir ufaklik var ki o ayri bir ironi. Hic efekt kullanmadan muhtesem bir is cikarmislar ortaya ne de iyi yapmislar ellerine saglik.Uzun lafin kisasi disarda kasvetli ve tercihen yagmurlu bir hava varsa birazcik izole bir mekandaysaniz ve askla soslanmis sikici vampir filmlerinden gina geldiyse iste size ne zamandir unuttugunuz hayallerinizin vampir filmi. Tozlu raflardan cikarin bu da cok eski bee deyip dudak bukmeyin henuz izlememis olanlar mutlaka izlesin vampir filmi nasil olurmus gorsun izlemis olanlar da birdaha izlesin. Zira ne varsa eskilerde var.




KUCUK NOTLAR:

Anna Rice'in ayni isimli romanindan sinemaya uyarlanmis bir filmdir

Yonetmen koltugunda Neil Jordan oturuyorBasrolleri Tom Cruise, Brad Pitt Antonio Banderas,Kirsten Dunst paylasiyor.

1994 ABD yapimi

Sure:123 dk

Turu:Dram&Korku


ILGINC AYRINTILAR:

Eger orjinal DVD ye ulasabilirseniz Special Features kismini es gecmeyin derim. Ulasamaynlar icin, bana ilginc gelen kisimlari ozetlemeye calisacagim.

Kitabin yazari basrole Tom Cruise uygun gormedigi icin oyunculari belirleme asamsi bayagi bir zahmetli olmus. Sonunda sevgili Tom gorevin ustesinden hakkiyla gelmis gelmesine ama kitabin hayranlari arasida bu rol hala tartisma konusuymus. Gazeteci rolu icin ilk aday River Phoneix mis fakat kenidisinin beklenmedik olumunden sonra bu role Christian Slater layik gorulmus ve Phoneixin olumu filmin gizemini o yillarda biraz daha artirmistir. Bu film icin ozel bir set kurulmus ve sehir halkiyla da anlasilarak tum filmin cekimleri boyu kocaa sehrin isiklari karartilmis. (Vay bee) Filmin devam filmi olarak cekilen "Lanetliler Kralicesi" genelde butun kult filmelrin devam filmlerinin kotu kaderini paylasarak ilk filmin golgesinde kalmis ve beklenen basariyi yakalayamamistir.



Ayrica son bir not:Filmin soundtrackleri muhtesem, ozellikle Javier Navarrete'ye ait olan Long Long Time Ago, ninni tadinda bir enstrumantel, dinlenesi sevilesi asik olunasi, dikatinizden kacmasin...