24 Aralık 2010 Cuma



3 dil konusan ve 6 hayat yasayan film. Evet bu filmi en iyi bu sekilde tanimliyorum ben galiba. Film 3 dil birden (Ingilizce, Almanca, Trukce) konusuyor konusmasina ama sanirim beni en cok etkileyen tarafi degisen dillere dagisen hikayeleri cok iyi adapte etmis bir senaryo olusu. Tanidik sehirlerden tanidik yasamlardan baslayip yabanci ulkelere yabanci dillere uzanan, bazen teget geciyor gibi gorunse de aslinda en insani en tanidik yerlerden birbirine baglanan ama hep en uclarda en kiyilarda yasanan rengarenk oykuler. Eh bu rengerenk oykuler, Nurgül Yeşilçay, Baki Davrak, Tunçel Kurtiz, Hanna Schygulla, Patrycia Ziolkowska ve Nursel Köse, Güven Kıraç, Nejat İşler ve Şevval Sam'in uzerine oturunca tadindan yenmez bir film cikiyor ortaya. Filmin basinda Bremen'den Turkiyeye gelen THY ucagina bindirilen bir tabut (Yeter'in cenazesi) ve sonunda bu sefer yolculugu tam ters istihkamette olan 2. bir tabut (Lotte'nin cenzesi) sahnesi var ve film bu iki tabut arasinda yasanan oykulerden olusuyor. Sonucta eger yasamin kiyisindaysaniz alinan ve verilenler esit hayata kaptirilanlar ve kurtarilanlar da.

Filmin her uc dilde de isim secimi manidar ve filme hangi ismi verirseniz o ismin altinda kimlik kazanmis farkli bir senaryo goruyorsunuz. Filmin Almanca ismi "Auf der underen seite" yani: Diger Tarafta. Bu isim altindan baktiginizda oykuleri birbirine oteki olan insanlarin garip tesaduflerle birlesmis oykuleri olarak izliyorsunuz. Turkce ismi: Yasamin Kiyisinda bu isim altindan bakildiginda ise bence birbirine oteki olmanin getirdigi butun farkliliklara ragmen yasamin genis alanlarindan kurtulup kiyilarina yani o daracik alanalarina dogru gidildikce farkliliklarin da yavas yavas benzerliklere donustugune tanik oluyoruz. Ingilizce Ismi ise: The Edge of Heaven yani: Cennetin Kiyisinda. Belki bu isim de bize yasamin kiyisinda umut oldugunu anlatiyordur kimbilir. Cennet ve yasam buyuk bir denizde birbirine cok yakin iki adaysa eger cennetin kiyilarini gorebilmek icin korkmadan yasamin kiyilarina kadar gitmek gerekir belki de.




Ozetle butun bunlar tabiiki tesaduf degil ve Fatih Akin onunde saygiyla egilinesi yonetmen.

Filmin diger ayrintilarina goz atacak olursak:
Senaryosunu da Akın'ın yazdığı filmin müzikleri, Karadeniz ezgilerini kendi yorumuyla birleştiren Chantel tarafından hazırlanmış. Film 2007 Cannes Film Festivalinde en iyi senaryo ve Ekumenik Juri Ozel Odulu'nu Altin Portakal film festivalinde de 6 ayri dalda odul kazanmis.Ayrica New York Times tarafindan yapilan siralamada son on yilin en iyi ilk on filmi arasinda yer almis. 2008 yilinda da hatiri sayilir yayinlar tarafindan yapilan soralamalarda yilin en iyi ilk on film arasinda yer almis. Son olarak filmin cekimleri Hamburg, Bremen, Istanbul ve Trabzon'da yapilmis.

Filmden en cok aklimda kalan soz ise suphe goturmez bir sekilde:
"Yaa fuck the European Union yaaa"

Iste size gucunu senaryosundan alan bir film, eh haliyle 1997 yılı yapımı, Gus Van Sant’ın yönettiği Can Dostum / Good Will Hunting en iyi senaryo dalinda Oscara da layik gorulmus.

Senaryoya yuzeysel bakildiginda cok da abartilacak bir tarafi olmayan siradan bir senaryo aslinda. Yani aslinda her dahinin hayat oykusu olan, egitim almamis ama Allah tarafindan herkesin sahip olamayacagi yeteneklerle odullendirilmis bir cocuk. Dahilik ve delilik sinirinin toplumun takdir ettigi tarafinda kaliyor cunki sans eseri dogru insanlarla dogru zamanda karsilasiyor. Gerisi malum. Filmin senaryosunu lginc kilan ise bence dahi insanlarin hayatlarindaki parantezleri konu almasi. Senaryonun derinine indigimizde dahi olmakla akilli olmak arasindaki o derin ucurumu goruyoruz. Butun toplumlarda aslinda takdir ile karsilaniyormus gibi gorunen dahilik durumunun aslinda insan hayatini nasil cikmazlara soktugu, ve aslinda insana bahsedilmis bir sans gibi gorunen bu durumun bircogumuza bahsedilen hayatta kalabilme mutlu olabilme ve baglanabilme yetenegini yokederek insan hayatinda kapanmasi zor parantezler actigina tanik oluyoruz.
Butun bunlarin yaninda, filmi izlerken akilli olmak ve zeki olmak, egitimli olmak ve egitimsiz olmak, mukemmel olmak ve namukemmel olmak gibi kavramlari bir kez daha sorguluyorsunuz.











Benim filmden cikarimim: Insan ne kadar dahi olursa olsun yuregini cozmeden ve hayatindaki parantezleri kapatmadan belki gecmisini affetmeden hayatta kalabilmesi mumkun olsa bile iyi bir hayat yasamasi mumkun degildir. Ve zeki olmak bizi farkli ve orjinal kilar ama hayatta kalabilmek ve mutlu olmak icin akilli olmak gerekir.

Filmin bana gore en dokunakli sahnesi ise Will'in (yani oykumuzdeki bay dahi'nin) terapi icin gittigi Psikiyatrin (Robin Williams oluyor kendisi) kendi karisini ve aralarindaki iliskiyi anlattigi sahneydi.
Robin Williams su cumleleri kullaniyor kanser hastaligi yuzunden kaybettigi esini anlatirken: "Disardan mukemmel gorunuyordu, ulasilmayacak kadar mukemmel. Ama geceleri horlardi biliyor musun. Hatta kendi gurultusu yuzunden uynadigi geceler cok olmustur. Bu durumun onu namukemmel yaptigini soyleyebilir miyiz? Kesinlikle evet. Ama bak yillar yillar sonra onu sana anlatirken aklima onunla ilgili ilk gelenler onu mukemmel yapan seyler degil onu kusurlu yapan seyler. Cunki butun bu kusurlar onu benim karim yapan seylerdi. Bu mukemmel olmayan kucuk ayrintilardi onu bana ait yapan seyler. Sen mukemmel degilsin, o da mukemmel degil, hicbirimiz mukemmel degiliz. Asil onemli olan birbirimiz icin mukemmel olup olmadigimizdir...."

Filmin kunyesine gelecek olursak:

IMDB Puanı: 8.1/10
Yapım: 1997 ~ ABD
Tür: Dram
Yönetmen: Gus Van Sant
Oyuncular:Robin Williams(en iyi yardimci erkek oyuncu Oscari), Matt Damon,Ben Afflect, Minnie Driver(En iyi yardimci kadin oyuncu Oscari).
Senaryo: Matt Damon Ben Affleck
Yapımcı: Kevin Smith Lawrence Bender Bob Weinstein Jonathan Gordon Su Armstrong
Görüntü Yönetmeni: Jean-Yves Escoffier
Görüntü Yönetmeni: Danny Elfman
Süre: 2 saat 6 dk

Ve bunlarin yaninda en iyi orjinal film muzigi, En iyi goruntu, en iyi senaryo, en iyi yonetmen, dallarinda da odul almis muhtesem bir film size. Iyi seyirler.